Kurtuluş Savaşımızı şu veya bu şekilde eleştiri konusu yapan, orasından-burasından tırtıklayarak kirletmeye çalışanlar, iki hedefi birden vurmak peşindedirler:
1. Kurtuluş Savaşı'nın maddi kazanımlarını yıpratıp yok etmek,
2. Türk aydınlanma devrimini kirletmek ve bu aydınlanmayı bir karşı devrimle boğup Türk milletini tekrar geriye-karanlığa götürmek.
Türkiye Cumhuriyeti, emperyalizme karşı mücadelenin sonucu olarak kuruldu. Bu haliyle İslam dünyasında tektir. Ve böyle olduğu için de Haçlı Batı'nın temel saldırı hedeflerinden biri olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti dışındaki Müslüman devletlerin hemen tamamı emperyalizm tarafından kurulmuştur. Bugünkü Irak'ta da yine emperyalizm tarafından devletçikler oluşturulmaktadır Kuzey Irak Kürt devletçiği bunlardan biridir.
'Emperyalizme karşıyı, 'emperyalizmle birlikte'ye çevirme mücadelesinde Haçlı Batı'nın en emin ve güçlü desteği, Atatürk devrimleriyle hesaplaşmayı varoluş nedeni bilen siyasal İslam kadrolarıdır.
Müslümanlara yönelik hiçbir emperyalist tahrip, sarıklı ve takkeli ihaneti bir biçimde yanına almadan başarılı olamamıştır, olamaz.
Kurtuluş Savaşı'nı kirletme operasyonunun dinci ekipler eliyle yürütülmesi yarım asrı aşkın bir zamandır sürüyor.
Atatürk Cumhuriyeti'ne düşman dinci ekipler, hem Haçlı Batı tarafından hem de 'muhafazakar sağ' denen siyasetler tarafından sürekli okşanıp desteklendi.
Tipik bir örnek vermek istiyorum:
Atatürk'e, Cumhuriyet'e, Cumhuriyet devrimlerine saldırı ve hakaretleriyle ünlü, siyasal İslamcı bir adam, 1970'li yılların başlarında kaleme aldığı 'Osmanoğullarının Dramı' adlı kitabında Kurtuluş Savaşı için aynen şöyle demiştir:
"Bu savaş; iddia ve ifade edildiği kadar ehemmiyetli bir mevkii haiz değildir. Aşağı yukarı müsavi kuvvetlerle Yunanistan gibi küçük bir devlete karşı gerçekleştirilmiştir."
Kurtuluş Savaşı'nda mağlup edilen Yunanistan o kadar önemsiz ve küçük bir kuvvet idiyse, taparcasına yücelttiğin Vahdettin ve Damat Ferit onların Anadolu'nun göbeğine kadar girmelerine neden engel olamadı? Onlar engel olamadıkları halde 'büyük' adam oluyorlar da Yunan'ı Ankara önlerinden sürerek İzmir'de denize dökenler nasıl 'ehemmiyetsiz' oluyorlar?
Kin, gaflet ve dalalet dolu Haçlı artık ve atığı bu hezeyanlar, 'muhafazakar sağ' denen politikanın simsarlarınca ödüllendirilmiştir.
Damat Ferit, Mustafa Sabri, Dürrizade gibi, istiklalimiz için savaşan kadrolar aleyhine bin türlü alçaklık sergilemiş katmerli ve damgalı hainlerin rotasında seyreden bu kişi, anılan kitabında, Kurtuluş Savaşı'nı veren Kuvayi Milliye erleri için, İngiliz Haçlı ajanlarının bile tevessül ve tenezzül edemeyeceği şu sözleri de söyleyebilmiştir:
"Za'f-ı iman ile ma'lul bir avuç insanın yüce milletimize niçin ve nasıl musallat olabildiğinin, onun namına ve fakat ona rağmen icray-i saltanat edebildiğinin esbabını kavrayabilirsin..."
Demek oluyor ki, bu adama göre, Kurtuluş Savaşı'nı verip Cumhuriyet'i kuranlar, milletimize musallat olmuş bir avuç imansız.
Cumhuriyeti ve aydınlanmayı seven herkes, tam bir vicdanla bilmelidir ki, Allah ile aldatan dinci siyasetin, Atatürk Cumhuriyeti ile ilgili temel tezi budur. Açıkça söylenemeyen, bir kin cehennemi gibi içte tutulan, ama icapları bir bir yerine getirilen karşı-devrimci mürteci tez işte budur.
Şimdi dikkatli durun:
Kurtuluş Savaşı'na ve Kuvayi Milliye erlerine ağır hakaret ve sövgülerle saldıran bu meşum satırların sahibine 1974'te, başında 'Türk' ve 'milli' kelimelerinin bulunduğu bir vakıf tarafından 'jüri özel ödülü' verilmiş ve bu ödül, o yılların ünlü 'muhafazakar-sağcı' partisinin ünlü bir devlet bakanı tarafından takdim edilmiştir.
İslam dünyası, böylesi büyük bir nankörlüğü tarihte ilkin kendi Peygamberinin evladına karşı sergilemişti. İkinci olarak, Ehli Salib'in asırlık hücumlarını kıran Osmanlı'ya karşı sergiledi. Şimdilerde ise, emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı uyarıcı ve kurtarıcı reçeteleri getiren bir evladına, Mustafa Kemal'e reva görmektedir.
Kurtuluş Savaşı'nı kirletme operasyonu, ABD ve İngiliz gizli servisleriyle eşgüdümlü çalışan Haçlı strateji merkezlerinin çizdiği rota ve belirlediği program çerçevesinde çok sinsi ve şeytani bir süreç izlenerek yürütülmektedir.
Önünde secdelere eğildikleri ABD işte böyle yapıyor Bunu yapana 'stratejik müttefik' mi denir, yoksa 'stratejik sömürgeci' mi? Bu soruyu kim soracak? Özel çerçevede aydın, genel çerçevede ise basın soracak. Ne yazık ki, basının 'ulusal' denen holdingleşmiş kısmı, 'stratejik sömürgeciliğin öncü kuvveti, mandacı, mütarekeci' lakaplarıyla anılır bir duruma gelmiştir.
Bu basın, İslam'ın büyük vicdanı Mehmet Akif in dediği gibi:
"Şimdi Allah'a söver, sonra biraz bol para ver, Hiç utanmaz, protestanlara zangoçluk eder."
Akif, büyük bir öngörüyle, Türkiye'de aydın denen birçok karanlık tipin mülkiyet ve şahsiyet belgesini önümüze koyuyordu.
2000 yılı Ekim ayında ABD Temsilciler Meclisi gündemine gelen ve Türk kamuoyundan saklanan 'Ermeni soykırımına İlişkin ABD Kayıtlarının Teyidi Kararı'nda şöyle deniyor:
"Ermeni soykırımı, 1915 ile 1923 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından tasarlanıp gerçekleştirilmiştir."
Böylece, Kurtuluş Savaşı'nın Doğu ve Güney cephelerindeki harekat da soykırımla suçlanmıştır. Aynı tasarının 2. maddesinde ise 'Yunan ırkına karşı işlenmiş suçlar' adı altında Yunanlılara da soykırım uygulandığı dile getirilmiş, yani Kurtuluş Savaşının Batı Cephesi de soykırım icra etmekle suçlanmıştır. Tasarıda, Kurtuluş Savaşımız, 'İnsanlık karşıtı suçun bir örneği' olarak gösterilmektedir.
(Cumhuriyet, 15-17 Nisan 2005)
Öte yandan, üyesi olmak için nemiz varsa tümünden vazgeçmeye hazır olduğumuz AB'nin en büyük ülkesi Almanya'nın istihbarat şeflerinden Türk ve Atatürk düşmanı Tessa Hofmann, 1994 yılında yayınlanan Ermeniler ve Ermenistan' adlı kitabında şu akıl dışı kinci iddiaları öne sürüyor:
"İttihatçılar, gözlerini kan bürümüş ırkçılardı. Mustafa Kemal ise iki milyonu aşkın Ermeni ve Rum'un katilidir. Van, Erzurum, Bitlis ve Trabzon Ermenilerin yurdudur."
Bu arada, Avrupa Parlamentosunun 18 Temmuz 1987 tarihli Soykırım Kararını da unutmayalım. Türkiye bu kararla, Ermeni Soykırımı yapmakla suçlanıyor ve bunu itirafa çağrılıyor.
Kurtuluş Savaşı, ABD açısından, Huntington tezini yalandığı için, AB açısından da kendilerini tokatlayıp hayallerini yıktığı için, kirletilmesi gereken bir 'düşman olay'dır. Bilindiği gibi, Huntington, daha doğrusu ABD, medeniyetleri çatıştırmak ve Doğu'nun Batı uygarlığından yararlanmasını engellemek peşindedir. Huntington'a göre, Batı'nın bugün temsil ettiği değerler sadece Batı'nındır; dünyanın ortak malı değildir. Batı bu değerleri üretmede tek ve biricik olduğu gibi, bunlardan yaralanmada da tek hak sahibidir. Bu değerlerden yararlanan ötekiler, bunun faturasını ödemek zorundadırlar Bu değerleri Batı'ya fatura ödemeden yararlanma alanına sokmak hiç kim-senin hakkı ve haddi değildir. İslam dünyası, Haçlı Batı'ya tüm servet ve kaynaklarını verse de (ki büyük ölçüde vermiştir) bu olgu ve iddia değişmez. Atatürk bu savı, bu inadı, bu egoizmi kırmıştır.
Şunu göstermiştir ki:
Evrensel bilim ve fikir değerlerinin esas sahipleri Doğululardı. Atatürk bu değerlere 'ınaneviyat' diyor ve 'Doğu maneviyatı' tabirini gündeme getiriyor. Atatürk'e göre, biz esasında Doğu maneviyatına bağlıyız.
Atatürk'ün Pakistan'daki fikirdaşı, Müslüman düşünür Muhammed İkbal (Atatürk'le aynı yılda öldü), bu noktanın altını çizerken şu yolda konuşuyor:
Batı'nın bugün sahip bulunduğu ve kendisini öne çıkaran değerleri biz ondan almaya kalktığımızda yaptığımız iş, o değerlerin esas sahipleri olan Müslüman ecdadımızın malını-mirasını geri almaktır. Bu yüzden biz, Batı'daki evrensel değerleri alırken aşağılık kompleksine düşmeye mecbur değiliz. O değerler, temelde bizim atalarımızın ürettiği ve Batı'ya kaptırdığı değerlerdir.
Ne yazık ki, Müslüman atalarımızın yarattığı ve asıl sahibi oldukları bu değerler bugün Batı'nın kontrolüne girmiş ve Batı bunlar üzerinde hegemonya kurmuştur. Bu hegemonya, emperyalist Batı zulmünün besleyicisi olarak insanlığın aleyhine kullanılıyor.
Bu değerler Batı'dan geri alınmalı ve ardından da Batı'nın zulüm ve hegemonyasını yıkmak için kullanılmalıdır.
Atatürk bunun teorisini yapmakla kalmamış, uygulamasını da göstermiş ve tam başarıyla uygulamıştır. Bu gün bu işi, bir ölçüde Çin yapmaktadır. Atatürk'ün Çin'de yıllardan beri ders gibi okutulması boşuna değildir. Çin dehası, reçeteyi tam göbekten yakalamıştır. Yakalamış ve getirişini elde etmiştir. Çin, esas değerler sahibinin Doğu olduğunu ispatlama noktasına gelerek, Atlantik İmparatorluğunu bunalıma sokmuştur. Atatürk, işte bu oluşumların ilk ve unutulmaz öncüsüdür.
Attila İlhan, bu noktaya parmak basarken şöyle diyor:
"Türklerde, kurtuluşu Doğu'da gören ilk ihtilalci, Mustafa Kemal idi."
Atatürk'ün Batı'yı çıldırtan yanı işte budur. Batı, Atatürk'ü işte bunun için asla hazmedemiyor, asla hoş göremiyor.
Kurtuluş Savaşı, Batı'nın sadece rüyalarını, hayallerini yıkmış olmakla kalmıyor, geleceğe yönelik ümitlerini de karartıyor.
Bunu gören Batı, şu hedefi öne çıkarmıştır:
Atatürk'ün bize ve hayallerimize indirdiği darbe, Batı emperyalizminin canına okumadan, Kurtuluş Savaşı karartılmalı, kirletilmelidir.
BOP projesi ve Türkiye'nin AB müzakere sürecinde sokulduğu 'sorgulama odası' işte bu kirletmenin uygulama göstergeleridir. Bir yandan BOP, öte yandan AB Müzakere Süreci, Türkiye'yi bir federatif din devletine çevirmenin peşindeler. Kamu Yönetimi Kanunun Tasarısı denen çokhukukluluk taslağı ile 'başkanlık sistemi' denen örtülü padişahlık sistemini servise sunmalarının arka planında bu var.
Mustafa Kemal'e ve onu ölümsüzleştiren Kurtuluş Savaşı'na Batı'dan yönelik şiddetli düşmanlığın arka planında bu anlattıklarımız var.
Batı biliyor ki, Mustafa Kemal, Müslüman kitleler tarafından bir öncü ve kurtarıcı olarak algılandığı sürece, İslam dünyasına yönelik işgalci-sömürgeci politikaların başarıya ulaşması mümkün değildir.
Mustafa Kemal'in etkisizleştirilmesi ise Türk Kurtuluş Savaşı'nın kirletilmesiyle sağlanabilir.
Yaşar Nuri Öztürk - Allah ile Aldatmak sayfa 356..362)
0 yorum :
Yorum Gönder